3 dakika okuyuş

Tasarım Yanılgısı

Tasarım Yanılgısı

19. yüzyılın ortalarına dek insanoğlu müthiş bir yanılgının içerisinde yaşayageldi: Tasarım yanılgısı. Günümüzde bile bu yanılgıya düşen insan sayısı hiç de az değil. O yüzden konuya açıklık getirmeye çalışalım...

İlk önce ‘tasarım argümanı’nı hatırlatalım. Bu argüman der ki, Tanrı’nın tasarımları, doğanın tertibinde apaçık görülebilir. 1802 yılında İngiliz rahip William Paley, tarihte iz bırakacak ünlü ‘Saat ve Saatçi’ benzetmesi ile örneklemişti bu argümanı:

Karmaşık bir işleve sahip herhangi bir obje (örneğin bir saat) rastgele kendiliğinden oluşamayacağından, mutlaka tasarlanmış olmalıdır (örneğin, saatçi bir zanaatkâr tarafından). İşte tam aynı şekilde, canlılar dünyasında gözlemlediğimiz her bir karmaşık yapı, bizlere bir tasarımcının (“Tanrı’nın” olarak da okunabilir) var olduğunu gösterir, çünkü karmaşık bir yapının rastgele oluşabilmesi olanaksızdır.

Paley’nin benzetmesi basit ve güçlüyldü ve bu yüzden 19. yüzyılda, Doğa Teolojisi denilen teolojik eğilimin etkisiyle de, oldukça rağbet görmekteydi. Farklı versiyonlarıyla günümüzde de pek çok insan tarafından hâlâ benimsenmekte: örneğin ‘Akıllarda şaşkınlık ve hayranlık yaratan şu canlılar dünyasının mutlaka bir tasarımcısı olmalıdır’ tümcesinde olduğu gibi...

Argümanı biraz daha somutlaştırmak adına, insan gözünü örnek alalım. Hayli mükemmel ve karmaşık bir yapıya sahiptir elbette, insan gözü. Nasıl ki zamanı saniye saniyesine doğru gösteren bir saatin, bir şans eseri ortaya çıkmış olabileceğine inanmamız mümkün değil ise; ışık yoğunluğuna uyum sağlayan, tam renkli, stereoskopik ve otofokuslu görüntüye sahip bir gözün de şans eseri ortaya çıkmış olması olanak dışıdır. ‘Demek ki saat gibi göz de, bir tasarımcının eseri olmalıdır’, sonucuna varabiliriz.

Şans eseri ortaya çıkma konusunu biraz daha açalım.

Ne kadar denesek deneyelim, bir saati oluşturan yüzlerce parçayı rastgele bir araya getirerek, zamanı mükemmel bir dakiklik ile gösteren bir saat elde etmemiz mümkün değildir: İstatistiksel olarak böyle bir olayın gerçekleşme olasılığı âdeta sıfırdır. Aynı biçimde, gözü oluşturan tüm parçaları (mercek, iris, kornea, gözbebeği, gözakı, koroid, retina, vs) rastgele bir araya getirerek işlevsel bir göz elde etmemiz mümkün değil.

Demek ki eğer bir şey, şans eseri oluşmamış ise, mutlaka tasarlanmış olmalıdır. Bir diğer deyişle şansın alternatifi, tasarımdır. İşte Darwin’in dehası, şans ve tasarıma bir alternatif daha bulmuş olmasıdır: o da, doğal seçilimdir (doğal seleksiyon). Göz örneğine geri dönelim.

Görme organı, en basit şekliyle, ışığa karşı duyarlı bir ya da birkaç hücreden oluşur. Bu ilkel gözü yabana atmamak gerekir, çünkü faydalıdır ve sahibine basit bir enformasyon verir: ışık var/ışık yok enformasyonu. Çok basit olmasına karşın yaşamsal bir değer taşır bu enformasyon sahibi için, çünkü bu sayede avcı hayvanlardan saklanıp saklanmaması gerektiğine dair önemli bir bilgiye ulaşmış olur. [1]

Bu ilkel göz zamanla, doğal seçilimin etkisiyle evrimleşir. Şöyle ki: Işığa karşı duyarlı hücre sayısı artar, daha fazla ışık toplayabilmek için göz şekli kavisleşir ve giderek bir küre şeklini alır, küre şeklini korumak için göz kavitesi sıvı ile dolar, daha iyi fokus sağlamak için yüzeydeki hücreler bir kornea ve bir lens oluşturacak şekilde değişikliğe uğrar... Milyonlarca yıl süren bu dönüşüm süreci, çok küçük adımlarla ilerler, yani karmaşıklık bir seferde değil, çok yavaş, değişikliklerin kademe kademe birikmesi ile ortaya çıkar.

Dolayısıyla karmaşık bir göz, ne şansın ne de tasarımın bir ürünüdür: Doğal seçilimin ürünüdür.

Doğal dünyada bir tasarım aramak, eski çağlardan bu yana insanlığın en temel ihtiyaçlarından birisi olmuştur şüphesiz. Evrenin, rastgelelik ve gayesizlik yerine, tasarım ve ereklilik içermesi, teselli edici olmakla birlikte, rahatlatıcı ve ümit vericidir insanlar için.

Ancak bilim bizlere göstermiştir ki, canlılardaki karmaşıklık (ve daha genel olarak her bir yaşam şekli), doğal seçilimin etkisi altında, biyolojik evrimleşmenin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Hâl böyleyken, tasarımcı bir Tanrı hipotezine de ihtiyaç kalmamıştır.
_________________________

[1] Örneğin günümüzde denizlerde yaşayan ve adına Patella denilen koni kabuklu deniz yumuşakçasında görme işlevi, ışığa duyarlı basit bir hücreler kümesi tarafından yerine getirilir.