4 dakika okuyuş

Empedokles’in Dostları

Empedokles’in Dostları

Lübnan kökenli yazar Amin Maalouf’un son romanı Empedokles’in Dostları, insan uygarlığının son 2 bin 500 yıllık zaman dilimi sonrasında vardığı manevi çöküşün gölgesinde gelişen birtakım sıra dışı olayları kaleme alıyor.

Her şey, Fransa’nın kuzey Atlantik kıyısında, Les Chirons adındaki dörtlü takımadanın en küçük adası Antioche’da tek başına yaşayan ve hikâyenin içinde bir karakter olarak yer alan anlatıcı Alexander’in (Alec) ilk önce radyosunun, sonra internetinin ve sonunda tüm iletişim araçlarının kesintiye uğramasıyla başlıyor. Alec’in bu ıssız adada yalnız yaşadığını söyledik, düzeltmemiz gerek: Adanın ikinci bir sakini var, kadın yazar Ève Saint-Gilles. İlk ve tek romanı Gelecek Artık Bu Adreste Oturmuyor ile, benzeri az görülmüş bir başarıyı yakalamanın ardından, beş yıl önce Antioche adasına yerleşerek inzivaya çekilmiş, Ève. O zamandan beri görüşmedikleri hâlde Alec ve Ève, olayların akışı ile birbirine yakınlaşacaktır...

İletişim kanallarının bir süre sonra tekrar açılması, fakat belli aralıklarla gene kapanması; öte yandan, dünyanın nükleer bir felaketin eşiğinde olduğu haberleri, iki nüfuslu Antioche adası dahil tüm takımada sakinlerini tedirgin ediyor. Ancak olaylar, çok daha fantastik bir hâl almaya gebe: İnsanlığı radyoaktivitenin ölümcül etkilerinden korumak ve tedavi etmek amacıyla dünyanın çeşitli sahil bölgelerine gemileriyle konumlanmış gizemli bir gücün varlığı ortaya çıkıyor. Alec’in komşu ada kasabasında ara sıra hoşbeş ettiği kayıkçı dostu Agamemnon’un da bu yabancı gücün bir üyesi olduğu anlaşılıyor. Dahası var: Demosthenes isimli bir diğer kişi, ABD başkanıyla görüşüp insanlığa yardım etmeye hazır olduklarını bildiriyor. Çok ileri bir teknoloji ve tıbbi bilgi düzeyine ulaşmış olmakla hastalıkları ve ölümü yenmiş olan bu insanlar (komünikasyon hizmetlerini kesintiye uğratan da onlar), kendilerini Empedokles’in Dostları olarak tanıtıyorlar.

Antik Yunan filozofu Empedokles’in (MÖ 494-434) takipçileri olan bu kişiler, varlıklarını, kadim zamanlardan bu yana hep vahşi kalan açık denizlerde idame ettirmiş ve bu yüzden insanlığın tarihsel gelişimi dışında kalmayı başarmış; uygarlıklarını olağanüstü bir bilgi düzeyine ulaşacak şekilde geliştirmiş, Antik Yunan medeniyetinin bugünkü temsilcileridir. Günümüzde ortaya çıkmalarının nedeni, kendini imha etme raddesine gelen insanlığa el uzatmak, bizleri kapıldığımız ‘hastalık’tan kurtamak istemeleridir. Ancak insanların tepkisi ne olacak? Bunu, okurun kendisi keşfetmeli...

Nedir çağımızın söz konusu hastalığı? Bunu, Alec’in, Ève’in romanını okumasıyla daha net biçimde anlayabiliyoruz. Bu romanın kahramanı olan kadın hakkında düşünürken, şöyle diyor Alec: “Onun büyüdüğü dünya, kadın ya da erkek sayısız çağdaşına, geçmiş kuşaklarda hiç kimsenin hayal bile edemeyeceği duyusal ve entelektüel tatmin olanakları sunuyordu. Yeryüzünün diğer ucuna yolculuklar; mesafe tanımayan iletişim araçları; gündelik hayatı basitleştiren hünerli cihazlar ve her türlü müziğe, görüntüye, kitaba, tüm sanatsal veya arkeolojik hazinelere—kısacası, türümüzün başlangıcından itibaren biriktirilmiş eserlerin ve bilgilerin tamamına—sürekli erişim olanağı... Yeni buluşlar sayesinde bütün dünya, evinden çıkmaya, koltuğundan kalkmaya, geceliğini çıkarmaya bile gerek duymadan, günün her saatinde girilebilecek devasa bir kütüphaneye dönüşmüştü.” Ancak bu uygarlık için trajik bir son öngörüyordu romancı Ève kitabında...

Amin Maalouf, Empedokles’in Dostları ile ilgili açıklamalarında; bilim, felsefe, tiyatro, mimari veya heykeltıraşlık gibi farklı alanlarda oldukça kısa bir zaman aralığı içerisinde beklenmedik bir kültürel sıçrama yapmış bir ‘Antik Yunan mucizesi’nden bahsediyor. Bu mucizenin vârisleri olan Empedokles’in dostları, insanlığa sağlık ve ölümsüzlüğü bahşetmeye hazırlar. Kaldı ki aynı zamanda, sahip oldukları üstün bilgi düzeyinden dolayı, ister istemez, insanlara hükmetme gücüne de sahipler. Görünmedik bir durum değil aslında: İnsanlık tarihi boyunca, iki uygarlık karşı karşıya gelmeye görsün, bunlardan elinde daha fazla bilgiyi bulunduranın diğerini alt ettiği görülmemiş midir hep? Özellikle bilimsel bilgi, güçlü bir hegemonya aracına dönüşebilir...

Empedokles’in dostlarının bilgeliği, bir dinden değil, bilimin kendisinden kaynaklanıyor. Alec ile bir sohbetlerinde, şöyle tarif ediyor Agamemnon kendilerini: “Empedokles, gerçek dünya ile mitler dünyasının şahsında yan yana geldiği ender rastlanan kişilerdendir. Bizim aramızda adı kutsaldır, canını feda edişi sık sık zikredilir. Ama metinlerine birer vahiy gibi yaklaştığımızı da düşünme! Ondan sık sık alıntı yapıyoruz ama bu senin Shakespeare’den iki dize, Nietzsche’den bir cümle veya Einstein’dan bir espri aktarmandan farklı değil.”

Örneğin Empedokles’in şu sözlerle salık vermiş olduğunu öğreniyoruz müritlerine: “Dünya’ya zincirlerinden boşanmış gibi saldıran ve güçlü soluklarıyla mahsulleri yok eden yorulmak bilmez rüzgârları durduracaksın. Eğer istersen tam ters yönde esen meltemleri getireceksin; kapkara yağmurlardan insanların lehine bir kuraklık; kavurucu kuraklıktan sıra sıra dalgalar hâlinde havayı dolduran besleyici ağaçlar çıkaracaksın...”

Romanın simgesel zenginliği pek çok yoruma kapı açıyor: Hikâyenin Antioche (günümüz Antakya) isimli bir adada geçiyor olması; dünya makrokozmu çapında yaşanan sorunların, minicik bir adanın mikrokozmunda yaşananlar yoluyla ortaya konulması; Empedokles’in dostlarının uygarlıklarını, özgürlüğün ve çevreseverliğin bir simgesi olan açık denizlerde geliştirmiş olmaları...

Ayrıca romandan şunu da anlıyoruz ki bilim, bireysel düzeyde akıl gerektirdiği hâlde, mutlaka akıllı toplumlar yaratmıyor. Biraz farklı söylersek, bilgi, ille de bilgelik yaratmıyor... Bu gerçekler, kaçınılmaz olarak, T. S. Eliot’un şu ünlü dizelereni hatırlatıyor bize: “Yaşamakta kaybettiğimiz Hayat nerede / Bilgide kaybettiğimiz bilgelik nerede / Enformasyonda kaybettiğimiz bilgi nerede”...

Empedokles’in Dostları bir bilim kurgu romanı olmaktan ziyade ütopik bir romandır. Çağımız hakkında çoğu zaman karamsar bir görüş sergileyen Amin Maalouf, romanının son sayfalarında geleceğe dair bir umut ışığı yakmatan kendini alamamış. Ziyaretimize gelen “beklenmedik kardeşlerimiz,” bizlere ahlaki bir model sunmaktalar. Hümanist değerlere geri dönerek, Antik Yunan mucizesini bir kez daha gerçekleştirmek bizlerin elinde değil midir?