Periyodik Tablo
Değerli Dostlar, bu Blog yazımda sizleri, Bilim ile Edebiyat’ın arasındaki o ‘gri’ alana götürmek istiyorum. Yolculuğumuzu, Primo Levi ile birlikte yapacağız. Hazırsanız, yola çıkabiliriz...
Yirminci yüzyılın en önemli yazarlarından biri olan Primo Levi (1919-1987) bir kimyacıydı. İsminden anlaşılacağa üzere, bir İtalyan Yahudisiydi; doğma büyüme Torinoluydu. İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’nın kuzey İtalya’yı işgal edişi ardından, hem Alman güdümü altında olan İtalyan Sosyal Cumhuriyeti hem de Nazi Almanyası kuvvetlerine karşı faaliyetlerini yoğunlaştıran İtalyan Direniş Hareketi’ne katıldı, ancak Almanlar tarafından yakalanıp tutuklandı. Şubat 1944’te, on bir ay esir kalacağı Auschwitz Nazi toplama kampına gönderildi. Kimyacı olduğu ortaya çıkınca, kampın hemen yakınında bulunan, IG-Farben firmasına ait Buna sentetik kauçuk üretimi laboratuvarında, çok zor koşullar altında çalıştırıldı. Kaldı ki bu iş sayesinde, kışın dondurucu koşullarından korunup hayata tutunmayı başardı. Ocak 1945’te, Kızıl Ordu kampa girdiğinde, tanınmayacak bir hâle gelmişti Primo Levi. İtalya’dan onunla birlikte Auschwitz’e gönderilen 650 Yahudiden sadece 23’ü sağ çıkacaktı kamptan.
Akabinde, memleketi Torino’ya döndü ve ilk önce Milano, sonra da Torino’da iş tuttu, bir kimyacı olarak kariyerini sürdürdü. Mesleğine âşıktı âdeta, tam bir mühendis, bir bilim insanıydı. Bir taraftan kimya işleri ile uğraşırken, boş zamanlarında yazarlığa soyundu. İlk romanını, 1947 yılında yayımladı. Kırk yıl boyunca, birçok roman, kısa öykü, hatırat ve şiir kitabına imza attı. Primo Levi’nin âdeta tüm eserleri, Auschwitz kırımının karanlık izdüşümünü, derin yaralarını taşır; tanıklık ettiği vahşet ve acılar, hayat görüşünü şekillendirecek, insan ve insanlığa dair düşüncelerini derinden etkileyecekti. Ancak hiçbir zaman mağdurları oynamadan—ağlayıp sızlamadan—başı dik ve vakar içinde, gerçek bir hümanizma ile kaleme alacaktı yazılarını. 1975 yılında çıkan Periyodik Tablo (Il Sistema Periodico) isimli eseri, bu bakıma farklı değil.
Periyodik Tablo, her biri bir kimyasal elementin adını taşıyan, yirmi bir kısa öyküden oluşuyor: Argon, Hidrojen, Çinko, Demir, Potasyum, Nikel, Kurşun, vs. Elementlerin fiziksel ve kimyasal özellikleri ile insan ruhunun farklı hâlleri arasında benzeşlikler oluşturuluyor öykülerde: aşk, iyilik, kötülük, cesaret ya da özlem gibi. Cansız ile canlı, iç içe geçiyor âdeta.
Argon isimli öykü mesela. Soy Gazlar grubuna ait Argon, diğer elementlere kıyasla çok düşük bir kimyasal reaktifliğe sahip, kokusuz, renksiz, tatsız bir elementtir. Bu öyküde, 1500’lü yılların başında İspanya’dan göç edip Kuzey İtalya Piemonte bölgesine yerleşen ve tam Argon gazı gibi kendilerini asil, nadir ve üstün gören atalarının hikâyesini kaleme alıyor yazar. Oysa ona göre, İtalya ve diğer Avrupa ülkelerinde mekân tutmuş diğer Yahudi toplumlarına kıyasla oldukça sıradan ve kuru bir tarihçeye sahiptir ecdadı: İç dünyalarına kapanık, boş spekülayonlara ve abes tartışmalara yatkın, kısır ve asil bir çekimsenme ile “yaşamın büyük nehrinden” eli ayağını çekmiş bir insanlar topluluğudur. Bu Yahudilerin Torino bölgesine yerleşmeleri ve başka hiçbir element ile kombine olmayan Argon gazı gibi kendilerini diğer insan topluluklarından soyutlamaları, ırksal saflığı koruma sorunsalının ahlaki boyutunu çağrıştırıyor okurun aklında.
Ancak Levi, olumsuz bir tablo çizmekle kalmıyor ecdadı hakkında; atalarının örf ve âdetlerini, geliştirdikleri İbranice-İtalyanca karışımı lehçeyi, ayrıca kendisinin bizzat tanıştığı birçok renkli karakteri hikâye ederken, sevgi ve hümanizma ile dolu bir öykü yaratıyor aynı zamanda; eleştirel bir üslupla kaleme alınmış olsa, sonuçta sempatiye yol açıyor okur nezdinde bu insan kaderleri…
Veya Hidrojen başlıklı öykü. Burada, arkadaşı Enrico ile birlikte kimyaya karşı duydukları heyecan ve hazdan bahsediyor Primo Levi. İkisi de 16 yaşındadır. “Herhangi bir tereddütümüz yoktu: Kimyacı olacaktık, ancak beklentilerimiz ve umutlarımız çok farklıydı. Gayet makul bir şekilde Enrico, hayatını kimya ile kazanmak, geleceğini güven altına almak istiyordu. Ben ise bambaşka bir şeyin peşindeydim: Benim için kimya, hudutsuz bir gelecek olanaklar bulutuydu… Bu bulutun beni kendi kanunuma; içimde, çevremde ve dünyadaki düzenlilik ilkesine ulaştırmasını bekliyordum… Şöyle derdim kendime: Bunu da anlayacağım, her şeyi anlayacağım, ancak onların istediği şekilde değil. Bir kestirme bulacağım, bir maymuncuk yapacağım, kapıları itip açacağım.” Böylece bir gün, bir kimya öğrencisi olan Enrico’nun ağabeyinin kurduğu laboratuvara gizlice girer, bu büyülü ortamda ilk deneylerini yaparlar. Hidrojen ile gerçekleştirdikleri bir deney, âni bir patlamayla sonuçlanır…
Vanadium, kitabın en etkileyici öykülerinden kanımca. Yıl 1967. Primo Levi’nin kimya mühendisi olarak çalıştığı fabrikada vernik üretiminde kullanılmak üzere bir Alman firmasından sipariş edilen reçina ile sorun yaşanır. İkinci Dünya Savaşı döneminin dev IG-Farben şirketinin farklı şirketlere bölünmesiyle ortaya çıkmış olan bu tedarikçi Alman firması ile iletişime geçer Levi, sorunu açıklar ve giderilmesini ister. Teknik içerikli birkaç yazışma sonunda, Alman firması, reçineye %0.1 oranında vanadium naftenat katıldığında sorunun büyük ölçüde ortadan kalkacağını bildirir. Ancak Primo Levi’nin dikkatini çeken bir diğer husus olur: firmadan gelen yazıların altında bulunan ‘Doktor L. Müller’ imzası. Auschwitz’te, kamp yakınındaki IG-Farben’ın Buna laboratuvarında köle işçi olarak çalıştırılırken tanıştığı, laboratuvarın önemli yöneticilerinden biri olan Doktor Müller ile aynı kişi olabilir miydi acaba bu ‘Doktor L. Müller’? “Almanya’da 200 bin Müller olmalı” diye düşünür Levi, ancak birçok dostuyla iletişime geçip bilgi toplar ve sonunda bu Müller’in hiçbir tereddüte yer vermeyecek açıklılıkla Buna laboratuvarının Müller’i olduğunu tespit eder.
Doktor Müller’e kendini tanıtmalı mı, ne yazmalı, nasıl yazmalıydı? Sonunda, 1947 yılında çıkan ve Auschwitz toplama kampında gördüklerini, yaşadıklarını sıra dışı bir nesnellikle aktardığı ilk kitabı Bunlar Da Mı İnsan’ın (Se questo è un uomo) bir kopyasını yollar kendisine. Doktor Lothar Müller, Primo Levi’ye cevaben yazdığı mektupta kendisini hatırladığını belirtir ve bundan böyle yazışmaları, kişisel düzleme geçer. Tanıklık ettikleri mezalimi tamamen zıt açılardan değerlendirmeleri, mazlum ile zalimin yıllar sonra karşı karşıya gelişi, öykünün en can alıcı kısmını oluşturur. Devamını okurumuz kitabı okuyarak bizzat keşfetsin!...
Kötülük-iyilik ikilemi, Levi’nin eserlerinin ana temalarındandır. Levi’yi okuyunca kötülüğün, insanoğlunun öznitelikleri üzerine eklemlenen bir özellik değil de, bazı özniteliklerinin kaybolması anlamına geldiğini anlıyoruz: acıma hissinin, onur ya da diğerkâmlık duygusunun yitirilmesi, vs... Periyodik Tablo’da olduğu gibi Levi’nin diğer romanlarında da karakterler sıradan insanlardır; bir kısmı kötülük barındırsa da, hiçbir zaman iğrenç, canavarlaşmış karakterler görmeyiz; günlük uğraşları peşinde, rutinleşmiş, mutat işlerini yerine getiren insanlardır bunlar. Hannah Arendt’in “kötülüğün sıradanlığı” deyimini anımsamamak elde değil…