İnternet Çağında Yaratıcılık
Dostlar; İnternet’in yaşantımızın vazgeçilmez bir parçası hâline gelmiş olduğunu söylesem, malumu ilam etmiş olurum şüphesiz. Bıraz farklı bir konuya değinmek istiyorum bu Blog yazısında: İnternet’in sanatsal yaratıcılığı ve özellikle yazı sanatını nasıl etkilediği, etkileyebileceği.
Piyasada Yaratıcı Yazarlık (Creative Writing) başlığı altında pek çok makale, kitap, video vs. mevcut; konuyla ilgili eğitim almak isteyenlere kurslar sunulmakta… Bu ortamlarda bir taraftan başarılı bir yazar olmanın sırları ifşa edilirken (!), özgünlüğün önemine vurgu yapılır, hatta orijinalliği yakalamanın bazı pratik ipuçları verilir. Ayrıca başkalarının fikirlerini aşırmanın yol açtığı etik sorunlarına da vurgu yapılır kimi zaman. Tüm bunlar, ironiden yoksun değil, şüphesiz.
Hiçbir entelektüel yaratım bir boşlukta gerçekleşmez, yazı sanatı da bu bakıma istisna değil. Yazımcı, yazılmışlardan—bilinçli veya bilinçsiz—etkilenir, esinlenir, beslenir. Burada bir beis yoktur elbette. Ancak esas zorluk, yazarın, var olanın üstüne ne ölçüde bir ‘yenilik’ kattığına dair bir yanıt ararken ortaya çıkar. Çünkü sonuçta özgünlük denilen şey; yayımlanmış bunca eserin, hikâyesi aktarılmış nice olay ve yaşanmışlığın, tarihî kayıtların, sayısız romana konu olmuş insan duygularının, çeşitli kurguların, tekrar ve tekrar karşımıza çıkan birtakım karakter özelliklerinin olsa olsa farklı bir kombinasyonu, farklı bir sunuşu ve farklı bir sentezinden ibaret değil midir? Tam aynı Lego parçalarının farklı bir şekilde bir araya getirilişi değil midir? İşte bu yüzdendir ki yukarıda ima edilen ironi, kaçınılmazdır...
Özgünlüğün bu boyutuna vurgu yaptıktan sonra, yaşadığımız İnternet (ve dijital teknolojiler) çağının yazarlık alanında, bizlere yaratıcılık açısından ne gibi imkânlar sunmaktadır sorusuna gelelim.
Kenneth Goldsmith, ABD Pennsylvania Üniversitesi’nde, Yaratıcı Olmayan Yazarlık (Uncreative Writing) dersini veriyor. Nasıl yani, öğrencilerine yaratıcı olmamayı mı öğretiyor? Evet, yanlış okumadınız. Bu derste, herhangi bir özgünlükten kaçınmaları istenildiği gibi, intihal yapmaları, fikir çalmaları, bir metni kısmen veya topyekûn aşırmaları, başka bir amaçla kullanmak üzere değiştirmeleri, farklı yazıları iç içe geçirmeleri, serbestçe harmanlamaları doğrultusunda özendiriliyor öğrenciler. Peki neden?
Çünkü İnternet başladı başlayalı, hepimizin elinin altında hızla ulaşabileceği ve işleyebileceği muazzam bir metin hacmi oluştu. Bu astronomik sayıdaki yazılar kümesine, geleneksel yaklaşımları izleyerek sürekli eklemeler yapmanın beyhude çabası ile uğraşmaktansa; var olan metinleri bir ham madde olarak düşünebilir ve dijital teknolojilerden faydalanarak (bul-değiştir, kopyala-kes-yapıştır gibi metin işleme imkânları, dosya karşılaştırma, çevrimiçi çeviri programları, hatta veri tabanı teknikleri, yazılım mühendisliği…) yeni kombinasyonlar, yeni bileşimler arayabilir, yeni varyasonlar oluşturabilir, yepyeni eserler yaratabiliriz.
Bu yaklaşımla yaratıcılık rafa kaldırılmış mı oluyor? Asla. Bahse konu yöntemleri kullanıp yeni bir metin oluştururken, hangi eserlere öncelik tanıyor, hangi sözcük, tümce ve deyimleri seçip alıyor, hangilerini göz ardı ediyor, hangi kombinasyonları oluşturuyor, hangi düşünce ve fikirleri ön plana çekiyoruz, işte özgünlüğümüz kendisini tam da bu noktada ortaya koyuyor, çünkü söz konusu birleştirme, seçme, eleme, tercih süreçleri kişisel duygular, zevkler, entelektüel altyapı ve estetik anlayışımızın etkisi altında vücut buluyor, ve kişiden kişiye mutlaka değiştiği için, özgünlük ve yaratıcılığımızı belirliyeyen faktörler oluyor.
Kaldı ki bu fikir ve yaklaşım, temelde yeni değil elbette, eskilere, İnternet çağı öncesine uzanıyor. Örneğin Fransız yazar ve şairi Raymond Queneau’nun 1961 yılında yayımladığı Yüz Bin Milyar Şiir (Cent mille milliards de poèmes) başlıklı kitabı sadece 10 tane ‘sone’ içeriyor (sone: iki dörtlü ve iki üçlüden oluşan on dört dizeli bir şiir). Bu soneler o denli ustaca yazılmış ki, her birinin her dizesi başka bir sonenin dizeleriyle kombine edilebiliyor ve böylece 100’000’000’000’000 farklı şiir üretmek mümkün oluyor.
Sanat tarihçileri Arthur Danto ve Hans Belting, resim sanatının sonuna gelindiğini öne sürdüler çok çarpıcı bir şekilde. Ancak ‘geleneksel’ edebiyat alanında da, yukarıda ima ettiğimiz gibi, benzer bir tıkanıklık söz konusu değil mi?
Çünkü sonuçta hep birbirine benzeyen kurgular, hep birbirini andıran kompozisyon kuralları kullanarak; hep benzer hissiyat şablonlarına uyarak; üstelik küreselleşmiş bir dünyanın aynı potada eridiği, dolayısıyla özgünlüğünü yitirmeye yüz tutmuş kültürel referanslarını dile getirerek; bir de popüler kültürün düzleştirici silindir etkisinden kaçınamayarak, özgün eserler yaratmak mümkün mü? Yazdıkları metinler farklı şekiller alsa da, sonuçta durup durup hep benzer eserleri yaratmaya mahkum değiller mi günümüz yazarları?
Öte yandan edebiyat âdeta sonsuz sayıda ifade imkânı sunan bir sanat dalı olduğundan, yukarıda bahsini ettiğimiz İnternet ve bilgi işlem teknolojileri bizlere mevcut olandan çok farklı yaratı alanları sunmakta. Borges’in Babil Kitaplığı çok geniş bir kütüphane şüphesiz…
Sonuç olarak, geleceğin en yaratıcı yazarları; bilgisayar tekniklerine hâkim, İnternet’te var olan âdeta sonsuz miktardaki enformasyona en etkin biçimde ulaşabilen, çeşitli bilgileri ustaca işleyip birbiriyle katıştırabilen, yapay zekâ teknolojilerini kullanarak elinin altındaki malzemeyi özgün hâle sokabilen kişiler olmayacaklar mıdır?
Hatta aynı yaklaşım, resim ve müzik gibi başka sanat dallarında da niye uygulanmasın?
İnternet ve bilişim, yaratıcılık kavramını bambaşka bir mecraya oturtmuş görünüyor. Ne dersiniz?