İndirgenemez Karmaşıklık
Evrim kuramının toplumlarda kabul oranını ölçmek için yapılan anketleri şaşkınlıkla karşılamışımdır hep. Anketlerin sonuçlarından bahsetmiyorum, anketlerin kendilerinden, yani insanlara evrime inanıp inanmadıkları sorusunun sorulmasından… Adı üstünde, bilimsel bir kuramdan bahsediyoruz: Yeterli bir bilimsel altyapı ve teorik bilgiye sahip olmadan evrimin doğru olup olmadığı sorusuna yanıt verebilmek ne mümkün? O vakit aynı minvalde, insanlara mesela izafiyet ya da kuantum mekaniği kuramına inanıp inanmadıklarını da sorabiliriz…
Evrim karşıtları, evrimin mümkün olamayacağını iddia ederken sıkça ‘indirgenemez karmaşıklık’ (irreducible complexity) argümanına başvururlar. Bu deyimin isim babalığını 1990’lı yılların ortalarında bir yaratılışçı olan Michael Behe yaptı, ancak fikrin kendisi çok eskilere uzanır.
İndirgenemez karmaşıklık argümanını şöyle ifade edebiliriz:
Parçaları birbiriyle etkileşim hâlinde olan bir organizma, herhangi bir parçası eksildiğinde, işlevselliğini yitirir. Bu türden bir organizma, evrimleşerek ortaya çıkmış olamaz çünkü oluşumunun ilk evrelerinde, parçalarının sadece bir kısmına sahip olacağı için, herhangi bir işlevsellikten yoksun olacaktır. Ancak işlevi olmayan bir organın ortaya çıkmasının anlamı yoktur. Dolayısıyla böyle bir organizma, evrimleşerek değil de aslında tek bir seferde, tüm parçalarıyla birlikte çalışır durumda, topyekûn yaratılmış olmalıdır.
Konuya biraz daha açıklık getirmek amacıyla, karmaşık bir organ örneği olarak gözü ele alalım. Yukarıdaki argümana göre göz, o kadar sıra dışı ve mükemmelce oluşturulmuş bir düzenektir ki, herhangi bir parçası çekip çıkarılsa (kornea, mercek, iris, retina,…), derhal işlevsiz hâle gelir. Demek ki göz, çok basit bir yapı olarak başlayıp farklı bileşenlerini adım adım elde etmiş olamaz: %1’lik, ilkel bir göz ne işe yarayabilir ki? Dolayısıyla göz, görme işlevini sağlayan tüm parçalarıyla birlikte, tek bir seferde yaratılmış olmalıdır. Bu süreçte de evrime yer yoktur.
Benzer bi argüman, başka (hatta daha az karmaşık) organlar için de ortaya atılabilir: mesela kanat. Çeyrek bir kanat ne işe yarayabilir? Demek ki kanat da evrimleşerek ortaya çıkmış olamaz, o da topyekûn yaratılmış olmalı, vs.
Ancak ilk bakışta mantıklı gözüken bu argümanı, bilimsel incelemelerin ışığında kolayca çürütmek mümkün. Göz organının ortaya çıkışı, çok ilginç bir evrimleşme olayıdır aslında.
Doğada ‘ilkel göz’ bulunduğuna tanıklık eden ve göz yapısının farklı evrimsel aşamalardan geçtiğine örnek teşkil eden pek çok canlı vardır. Örneğin adına Patella denilen koni kabuklu deniz yumuşakçası. Bu canlıda görme işlevi, sadece ışığa duyarlı bir hücreler kümesi tarafından yerine getirilir. Bu ilkel gözün merceği olmadığı gibi, odak ayarlama yeteneği de yoktur, sahibine sadece ışığın var olup olmadığı bilgisini verir. Bu bilgi, yaşamsal bir değer taşır Patella için çünkü kayalıklarda mekân tutmuş bu yumuşakça bilir ki, ışık azalıp avlanan düşman sayısının artmasıyla, saldırılara daha dirençli olabilmesi için, kayalıklara normalden daha sıkı yapışması gerekmektedir.
Patella örneğinden devam edecek olursak, göz organının, bir diğer deniz yumuşakçası olan Nautilus’da olduğu gibi, zamanla merceksiz fakat retinalı bir yarı kubbe hâlini almış, daha sonraları, evrimsel gelişimin daha ileriki bir safhasında bulunan Murex yumuşakçasında olduğu gibi, basit bir kornea ve merceğe sahip olmuş ve sonrasında Loligo türü mürekkep balığında olduğu gibi gelişkin bir kornea-lens-retina ve optik sinir ile donatılmış, yani farklı evrimsel aşamalardan geçmiş olduğuna tanıklık ediyoruz. Sonrasında insan, kedi, yılan ya da sinek gibi canlılarda iyiden iyiye karmaşıklık kazanmış göz şekillerini buluyoruz.
Darwin’in de bu konuya dikkat çekmiş olduğunun altını çizelim: “Göz denilebilecek en basit organ, pigment hücreleriyle sarılmış ve şeffaf bir deriyle örtülmüş, fakat bir merceği ya da herhangi bir refraktif cismi içermeyen bir optik sinirden oluşur.”
Benzer bir kanıtı, başka (karmaşık) organların evrimleşmesi için yapmak mümkün (beyin, kanat, vs).
Sonuç olarak evrim kuramının belki de en can alıcı yönüne değinmiş olduk. Canlılar dünyasında tanıklık ettiğimiz karmaşıklık, tek bir hamlede oluşmuş değil: Karmaşıklık, çok basit yaşam şekillerinin ortaya çıkışından sonra, son derece küçük değişikliklerin zamanla birikmesiyle oluşmuştur. Darwin’in Türlerin Kökeni’nin en son paragrafında belirttiği gibi: “İlk başta birkaç ya da tek bir biçim şeklinde üfürülmüş olan yaşamı böyle anlayan; (...) böylesine basit bir başlayış ile, en güzel, en olağanüstü ve sonu gelmez sıradışı biçimlerin evrim yoluyla türemiş ve hâlâ türemekte olduğunu kavrayan bu yaşam görüşünde gerçekten yücelik vardır.”