Paul Kammerer Vakası
Darwin’in doğal seçilim yoluyla evrim kuramı kabul görmeye başladıktan yıllar sonra bile, Lamarck evrim kuramının doğruluğunu savunan bilim insanı sayısı azımsanmayacak kadar çoktu. Lamarckizmin bir parçası olan ‘yumuşak kalıtım‘ diye anılan soyaçekim mekanizmasına göre, bir canlının, yaşamı boyunca elde ettiği fizyolojik değişiklikler yavrularına aktarılabilir ve bu olay nesilden nesile tekrarlanınca, söz konusu değişimler zamanla belirginlik ve kalıcılık kazanır; sonuç olarak, doğal ortama adaptasyonlar doğar. Beslenmek için yüksek dallara uzanan zürafanın boyun yapısı, Lamarck’ın kendisinin de kullandığı klasik bir örnektir. Ancak 19. yüzyılın sonlarına doğru August Weismann‘ın ve 20. yüzyılda başka bilim insanlarının da ortaya koydukları üzere, bir canlının, yaşamı boyunca kazandığı özellikleri kalıtım yoluyla bir sonraki soya aktarabilmesi mümkün değildir. Bir diğer ifadeyle, moleküler biyolojinin ‘merkezî dogma‘sı olarak bilinegelen sonuca göre, bilginin, proteinden nükleik aside geri geçmesi olanaksızdır. Tüm bu buluşlar sonucu, Lamarckizm ve onun bir parçası olan yumuşak kalıtım 20. yüzyıl biyologları tarafından rafa kaldırıldı ama Lamarckizm hiçbir zaman tam olarak ölmedi: Fikir o kadar ‘akla yatkın’ ve cazipti ki, bu kurama gönül bağlayan ve onu kanıtlamak yolunda pes etmeyen bilim insanları oldu hep. Paul Kammerer bunlardan biriydi.
***
Avusturyalı biyolog Paul Kammerer 20. yüzyılın başlarında dünyanın en ünlü bilim insanları arasında yer aldı. Lamarck’ın bir hayranı olarak, yumuşak kalıtımın gerçek olduğunu kanıtlamaya çalıştı. Araştırmalarının önemli bir kısmını, ikiyaşamlılar (amfibiyalar) üzerinde yaptığı incelemelere adadı.
Örneğin Kuyruklu Kurbağa ya da Semender olarak bilinen ikiyaşamlılar ile yürüttüğü bir dizi deneylerde, Kammerer, farklı habitatlarda yaşam sürdüklerinden farklı üreme özelliklerine sahip olan iki ayrı semender türünün doğal habitatlarını değiş tokuş etti: Bunlar, Alp dağlarında yaşayan, karada çiftleşip normalde iki yavrusu olan siyah semender ile ovada yaşayan ve çiftleşerek onlarca larva doğuran benekli semender türleri idi. Kammerer, bir tür semenderi diğerinin habitatına yerleştirdiğinde, siyah semenderin su ortamında pek çok sayıda yavru vermeye ve benekli semenderin de karasal ortamda sadece bir-iki yavru doğurmaya başladığını gözlemledi. Semenderlerin elde ettikleri bu yeni özellikler, nesilden nesile güçlenerek kalıcılık kazanıyordu. Yıllar boyunca, bu deneylere benzer daha pek çok deney yürüttü Kammerer ve bunlara dayanarak elde ettiği sonuçların hep aynı olguya işaret ettiğine kanaat getirdi: Yaşam boyu kazanılan özellikler ana-babadan yavrulara geçebiliyordu, Lamarck yanılmamıştı! Tahmin edileceği üzere bu buluşlar gazetelerde yer alınca kamuoyunda müthiş bir yankı buldu ve sonuçta Kammerer’ı bir bilim starı konumuna getirdi.
Sonuçlarına şüphe ile bakan pek çok bilim insanının eleştirileri, Avusturyalı biyoloğu, yumuşak kalıtım mekanizmasının bir gerçek olduğu fikrinden döndüremedi. Tam aksine, bilim camiasına âdeta meydan okurcasına, Kammerer, buluşlarının doğruluğunu bir kez daha kanıtlamak üzere, yeni deneyler kurgulamaya başladı. Bu deneyleri ebe karakurbağası (midwife toad, Hebammekröte) ile yürütecekti. Bu ilginç ikiyaşamlının özellikleri hakkında kısa bir parantez açalım.
***
Ebe karakurbağası çok özel bir üreme şekline sahiptir. Erkek kurbağa, dişi kurbağanın vücudundan dışarı attığı yumurtaları döller ve sonrasında bu yumurtaları şerit hâlinde bacakları ve sırtına dolar: böylece, kuluçkaya yatmış olmakla birlikte, yumurtaların başka canlılar tarafından yenilmesini önlemiş olur. Larvalar gelişip yumurtadan çıkmaya hazır hâle geldiklerinde, erkek kurbağa suya yerleşir ve yavruların bu ortamda dünyaya gelmelerini sağlar. (Bu yüzden bu kurbağa, ‘ebe’ olarak anılır.) Hikâyemizde önem taşıyacak olan bir ayrıntı: Suda çiftleşen kurbağa türlerinde, üreme döneminde, erkek kurbağanın baş parmağının yan kısmında ince dikenlerle donatılmış minik bir ‘çiftleşme derisi’ oluşur. Bir nasır mahiyetinde olan bu derinin işlevi, su ortamında çiftleşme esnasında erkek kurbağanın dişi kurbağayı kaymadan sıkıca tutabilmesini, ona kenetlenmesini sağlar. Karada çiftleştiği için ebe karakurbağasında böyle bir çiftleşme derisi oluşmaz.
***
Kammerer, deneylerinde, ebe karakurbağasını karada değil su ortamında çiftleşmeye zorlar ve bu şartlar altında hayvanın baş parmaklarının yan kısmında bir çiftleşme derisinin oluşmaya başladığını açık biçimde gözlemler. Kamuoyunda bir kez daha büyük bir yankı yaratan bu sonuç, bilim camiasını tekrar ikiye böler: Kammerer’ın deneylerinin hatalı ve son derece mantıksız olduğunu ileri süren ile deney sonuçlarının doğruluğunu kabul eden bilim insanları. Ancak tüm bu olaylar gelişirken, 1. Dünya Savaşı patlak verir ve araştırma kredileri kesilen Kammerer, çalışmalarına ara vermek zorunda kalır.
Ancak bir süre sonra yardım eli hiç beklenmedik bir yerden uzanır: Cambridge Üniversitesi’nden. Bu üniversitede, 50 profesörden oluşan bir grup bir fon oluşturur ve Kammerer’ı, çalışmalarını sürdürebilmesi için Cambridge’e davet eder. Bu girişimin Cambridge Üniversitesi’nde oy birliği ile desteklenmediğini, Kammerer’ın çalışmalarına karşı koyan çok sayıda bilim insanının bulunduğunu da belirtmeden etmeyelim...
Kammerer 1923 yılında elindeki son ebe karakurbağası örneği ile ünlü Cambridge Üniversitesi’ne gelir—diğer örnekler savaş yıllarının kargaşasında kaybolmuştur. Cambridge’de kurbağayı inceleyen çok sayıda bilim insanı çiftleşme derilerinin gerçek olduğunu tespit eder. Kammerer, angın kurbağasını Cambridge ve Edinburgh’da verdiği bir dizi konferansta teşhir eder. Bu vesileyle kurbağanın baş parmağının yan kısmındaki çiftleşme derisi, hatta derinin üzerindeki ince dikenler, pek çok meraklı tarafından mikroskop altında gözlemlenir. Şan ve şöhret rüzgârını pupaya almış Avusturyalı biyolog bu kez Avrupa ve ABD’de konferans turlarına çıkar. 1925 yılına gelindiğinde, biyoloji alanında yoğun araştırmaların yürütüldüğü Rus Sovyet Cumhuriyeti tarafından da bir diğer yardım eli uzatılır Kammerer’a: Komünist Akademisi, Avusturyalı biyoloğa, çalışmalarını Moskova’da bir laboratuvarın başına geçerek sürdürmesi konusunda teklifte bulunur. Ancak ülkenin durumu ve Moskova’nın iticiliği Kammerer’ın bu teklifi geri çevirmesine neden olur. Der ki: ʺSovyet Rusya’da işlemekte olan Terör, Fransız İhtilali Terörü'nün tıpatıp aynısıdır. Moskova, her biri diğeriyle baştan sona benzeşen kutu apartmanlarla doludur. Bu ruhsuz şehir ve devrimin tehlikeleri midir benim hak ettiğim?ʺ
Ancak Kammerer’ın kariyerine ölümcül darbeyi vuracak olay 1926 yılında meydana gelir. Ünlü Nature dergisinin Ağustos ayı sayısında yayımlanan makalesinde Amerikalı G. K. Noble, ebe karakurbağasındaki çiftleşme derilerinin çok büyük olasılıkla sahte olduklarını, bunların aslında hayvanın cildinin altına siyah mürekkep enjekte edilerek elde edildiğini öne sürer. Noble’ın iddiaları kısa sürede bilim dünyasında ve ayrıca basının aracılığı ile kamuoyunda geniş yankı bulur. Bilim adamı kimliğinde rencide olan Kammerer, yazılar yazar, notlar düşer, çileden çıkar. ʺHayatımın çalışmasının artık şaibeli bir hâl aldığına dair hiç şüphe yok... Yarın, perişan hayatımı sonlandırmak için yeterince cesaret ve yüreklilik bulabilmeyi umuyorum.ʺ
Kammerer, mürekkep sahtekarlığının bazı Nazi yandaşları tarafından yapılmış olabileceğini ileri sürer. Sonuçta numunenin incelenmesine bizzat kendisinin izin vermiş olduğunu hatırlatır. ʺEğer gizleyecek herhangi bir şeyim olsaydı, izin vermiş olabilir miydim hiç ? Bu tam bir çılgınlıktır.ʺ
Mürekkebin kimin tarafından ve tam nerede uygulandığı konusu günümüzde de netlik kazanmış değil. Kimilerine göre mürekkep, hayvanın başparmak alt kısmına Amerika’da yapılan incelemelerden birkaç gün önce enjektör ile uygulanmış olabilir. Ya da anımsayalım, Cambridge’de Lamarck’ın teorisine karşı koyan tutkulu Darwinistler vardı, acaba onların eseri olabilir miydi bu? Hatta bazı kaynaklar (Arthur Koestler’in daha sonraları bu vakayı konu ettiği Ebe Karakurbağası Vakası, The Case of the Midwife Toad, isimli 1971 yılı eserinde ifade ettiği gibi), mürekkebin aslında daha önceleri Viyana Üniversitesi’nde, bir pasifist ve sosyalist olarak tanınan Kammerer’a zarar vermek için, o sıralar kök salmaya başlayan Nazi hareketinin bir sempatizanı tarafından uygulanmış olabileceğini öne sürer.
23 Eylül 1926 günü Avusturya’nın Puchberg köyü dolaylarında bir yürüyüşe çıkan Kammerer geri inmemek üzere bir tepeye tırmanır ve cebinden çıkardığı tabanca ile kafasına sıktığı kurşunla hayatına son verir.
Paul Kammerer vakası üzerindeki sır perdesi kaldırılabilmiş değil...