6 dakika okuyuş

Babil Kitaplığı

Babil Kitaplığı

“Evren (kimileri Kitaplık diye anıyor) sayısı belirsiz, belki sonsuz sayıda altıgensel galeriden oluşur... Her bir altıgenin her duvarında beş kitap rafı bulunur; her raf, şeklen birbirinin aynısı olan otuz iki kitap taşır; her kitap dört yüz on sayfa içerir; her sayfada kırk satır, her satırda ise yaklaşık seksen siyah harf yer alır...” 

Arjantinli yazar Jorge Luis Borges Babil Kitaplığı (La biblioteca de Babel, 1941) isimli kısa öyküsünde, ezelden beri var olduğu düşünülen; merkezi, altıgenlerden herhangi biri olan sonsuz bir Kitaplık betimler. Buradaki kitaplar, 25 yazı işaretinin 410 sayfa uzunluğundaki tüm kombinasyonlarını içerir; birbirinin aynı olan iki kitap yoktur. Kitap sayısı âdeta sonsuzdur.(1) 

Harflerin gelişigüzel sıralanmış olmasından dolayı, kitapların ezici çoğunluğu anlamsız saçmalıklardan ibarettir. Şöyle der öykünün anlatıcısı: “Babamın bir zamanlar 15-94 devresindeki bir altıgende gördüğü bir kitap, ilk satırdan son satıra kadar yalnızca M C V harflerinin sapkın bir şekilde tekrarından oluşuyordu. Bir diğeriyse, sondan bir önceki sayfasında Ey Zaman, senin piramitlerin ifadesinin yer aldığı, bir harf labirentinden başka bir şey değildi.” (2) 

Fakat öte yandan, şimdiye dek yazılmış ya da gelecekte yazılacak her anlamlı metin; akla gelebilecek her konuda, okunabilir her eser, bu kitaplığın sonsuz enginliğinde yer almaktadır. Tüm romanlar, her insanın—sizin bile—yaşam öyküsü, Kitaplığın gizemlerine dair vahiyler, geleceğe ilişkin kehanetler, bunların eleştirileri, eleştirilerin eleştirileri ve daha nicesi: Hepsi, tüm dillere çevrilmiş hâliyle bu akıl çelen kitaplıkta bulunmaktadır.   

Bu ilginç öyküyü yıllar önce okumuştum; yakın zamanda tekrar elime geçti. İlk okumamda idrak edemediğim ölçüde, bu kez eserin sembolik unsurlarının etkileyiciliği, öngörü gücü ve yalın bir hikâyenin sadeliği içinde gizlenebilen karmaşıklıkla karşılaştım. Bu yönleriyle öykü, pek çok farklı yoruma kapı aralıyor. Bazılarını önermeye çalışacağım. 

*   *   *

Borges’in tarif ettiği Kitaplık, acaba fiziksel evrenin ta kendisi midir? Evrenin yapısını akıl ve bilim yoluyla kavramaya çalıştığımızda, ara sıra bir örüntüye, bir anlama ulaşsak da, çoğu zaman çözülmesi güç bir gerçeklikle karşı karşıya kalırız. Doğa, en büyük ölçeklerde olduğu gibi en küçük boyutlarda da kendi görüntüsünü bulanıklaştırarak âdeta muzip bir saklambaç oyunu oynar: kuantum belirsizlikleri, kozmolojik muammalar... Anlamaya ne kadar çok çabalarsak, fiziksel gerçeklik bizden o denli uzaklaşır. (Benzer bir şekilde, doğanın anlaşılmazlığı karşısındaki insanın yaşadığı çaresizlik, Moby Dick’teki Kaptan Ahab karakterinde yankı bulmuştu: “Ahab, güvertede ağır ağır yürüyerek, geminin bordasına yaslandı ve derinlikleri delmeye çabaladıkça sudaki gölgesinin, gözlerinin önünde nasıl battıkça battığını gördü...”) 

Yoksa öykü, insanın metafizik arayışlarının bir temsili midir? Kitaplık bir tanrı tarafından mı yaratıldı? İçinde bir peygamber ya da peygamberler mi barındırıyor? Peki biz insanlar, varoluşsal hakikatlere dair gerçek bilgiye ulaşabilir miyiz? 

Öykünün anlatıcısı için, “İnsan, kusurlu bir kütüphaneci olarak, rastlantının ya da kötü niyetli demiurgosların eseri olabilir; fakat evren, zarif düzenlemeleriyle—kitap raflarıyla, esrarengiz kitaplarıyla, yorgunluk yaratmayan merdivenleriyle...—ancak bir tanrının işi olabilir.” Ayrıca, “Kitap-Adam diye adlandırılan bir varlığa olan inançtan” söz eder anlatıcı. “Altıgen odalardan birinin bir rafında, tüm diğer kitapların şifresi ve kusursuz özeti olan bir kitap mutlaka bulunmalıdır; ve bir kütüphanecinin de bu kitabı incelemiş olması gerekir; bu kütüphaneci bir tanrıya benzer... O uzak kütüphaneciye tapan mezhebin hâlâ izleri vardır. Çoğu O’nu aramak için yola çıktı. Yüz yıl boyunca insanlar her olası yolu denedi—ama her yol boşunaydı.” 

Devasa bir kitaplık metaforu, bizlere varoluşsal gerçekliğin erişilemez olduğunu fısıldar: Hakikat dediğimiz şey bir yanılsamadır. Kitaplığın bir sakini olarak anlatıcının kendisi de hakikatin peşine düşmüştür: “Kitaplık’taki tüm insanlar gibi, gençliğimde ben de yolculuk ettim; bir kitabın, belki de bir katalogların kataloğunun peşinde yolculuklar yaptım.” Elbette, tüm gerçekler doğru kitapların bir yerlerinde saklıdır. Kaldı ki, var olabilecek her kitap zaten var olduğundan, okuduğumuz sayfaların doğruyu söylediğinden asla emin olamayız. 

Borges’in Kitaplığına bu olağanüstü ve çok yönlü niteliği kazandıran esas unsur, sonsuzluk kavramıdır. Uzamda ya da zamanda herhangi bir sınırın olmaması, dayanacak bir referans noktasının bulunmaması, düzenli görünen bir gerçeklikte bile kaosa sürükler: Mükemmel  düzenine rağmen (altıgen galeriler, tekdüze biçimlendirilmiş kitaplar, raflardaki sistematik yerleşimleri…), Kitaplık, tam da sonsuzluğu ve kitapların neredeyse tamamının anlamsız içeriklere sahip olması nedeniyle, tam bir keşmekeşi içinde barındırır. Harflerin her olası kombinasyonunu içeren sonsuz bir kitaplık, kaos içinde boğulmuş bir mutlak bilgi paradoksuna yol açar.   

Modern okurun zihninde Borges’in Kitaplığı, aynı zamanda İnternet’in bir yansıması olarak da değerlendirilebilir. İnternet, bilgi seliyle dolup taşan, ölçülemeyecek kadar sonsuz bir dünyadır; ancak bu yoğun bilgi akışı içinde gerçek bilginin, veri ve enformasyon yığını arasında kaybolduğu; doğru ile yanlışı ayırt etmenin giderek imkânsızlaştığı bir dünya... 

Modernitenin bu derin paradoksu, Amerikalı şair W. H. Auden’ın dikkatinden kaçmamıştı. Nitekim 1934 tarihli The Rock adlı şiirinde şu soruları sormuştu: “Bilgide yitirdiğimiz bilgelik nerede? Enformasyonda yitirdiğimiz bilgi nerede?” 

Babil Kulesi

Okurumun zihninde Babil Kitaplığı, Babil Kulesi’ni çağrıştırmıştır şüphesiz.

Hatırlanacağı üzere Babil Kulesi, Tevrat’ta ve İncil’de anlatılan efsanevi bir yapıdır. İnsanların göğe ulaşmak için diktiği bu kulenin inşası, dilleri karıştırılarak (farklı dillerin ortaya çıkarılmasıyla) Tanrı tarafından durdurulmuş ve insanlar yeryüzünün dört bir yanına sürülmüştür. (Babil Kulesi, Hollandalı Rönesans sanatçısı Pieter Bruegel tarafından 1563 yılında yapılan meşhur bir tabloda resmedilmiştir.) Çok olasıdır ki Borges, kısa öyküsünün başlığını seçerken, İncil’deki efsaneden esinlenmiştir: Babil Kulesi ile Babil Kitaplığı arasında birçok kesişim noktası bulunmaktadır. 

Bir türlü inşa edilemeyen Kule, insanın üstün bilgiye ulaşmadaki çaresizliğini simgelediği kadar, Kitaplık da hakikate ulaşma umudunun beyhudeliğini resmeder. Her iki hikâye de insan kavrayışının sınırlarını gözler önüne serer.  

Farklı bir açıdan bakıldığında, Kule, insanlığın haddini aşma çabasını—ilahi bir âleme yükselme arzusunu—simgeler. Kitaplık ise benzer bir kibri yansıtır; tüm olası bilgileri kapsama gibi boş bir girişimdir. Bu nedenle her iki hikâye de insanın ilahi veya mutlak bilgiyi ele geçirme hırsının sonuçlarını sorgular. Her iki durumda da sonuç kaostur: Kule dilsel bir karmaşayla son bulurken, Kitaplık insanları anlaşılmaz metinler denizinde kaybolmaya ve varoluşsal bir umutsuzluğa sürükler.

Her iki hikâyede mimari metaforların kullanıldığına da dikkat çekmek gerekir: Kule ve Kitaplık, sonsuzluğu kapsamak veya ona ulaşmak amacıyla inşa edilmiş yapılar olarak tasvir edilir. 

Yazıyı sonlandırırken, okurumun dikkatini şu iki noktaya çekmek isterim: 

Borges, benzer temaları 1975 tarihli Kum Kitabı adlı öyküsünde işlemiştir. Ancak bu kez, sonsuz sayıda kitabın yer aldığı bir kitaplık yerine, sayfaları sonsuz olan tek bir kitabın keşfini anlatır. 

Medya sanatçısı Refik Anadol, Borges’in Babil Kitaplığı öyküsünden esinlenerek ve yapay zekâ tekniklerini kullanarak 2017 yılında Archive Dreaming (Arşiv Rüyası) adlı enstalasyonunu yaratmıştır.(3)

 _____________

 (1) Her kitap yaklaşık 80 x 40 x 410 = 1’312’000 harf içerir. Öyküde, 25 yazı işaretilerinin: 22 harf, nokta, virgül ve boşluktan oluştuğu öğreniyoruz. Sırf harfleri kale alsak bile, kitap sayısı (221’312’000) gerçekten astronomiktir. Ayrıca nokta, virgül ve boşluklar, bu sayıyı önemli biçimde artırmaktadır.

(2) Bu dize, İngiliz şair William Blake’e (1757–1827) aittir (Where is O time, thy pyramids). Borges, Blake’in şiirlerinden ve sanatından derinden etkilenmişti. Ancak piramitlerin, zamanın sembolik anıtları olarak kullanımını daha önce Shakespeare’de bulabiliyoruz (Sone 123).

 (3) https://www.ted.com/talks/refik_anadol_art_in_the_age_of_machine_intelligence