Âdem, Havva ve İnsanın Kökeni

İcadından bu yana evrim kuramı, dinî öğretiler ve kutsal metinlerin inanırlığı üzerine uzun bir gölge düşürdü: Dünyanın yaratılışı, insanın ortaya çıkışı, insanın doğada ayrıcalıklı bir yere sahip oluşu, tüm yaşam formlarının belirli bir amaçla tasarlanmış olduğu ile ilgili açıklamalar, ortaya koyulan bulgular ile çelişiyordu. Bilimsel gerçekler karşısında din âlimleri, kutsal kitapların içeriklerine gitgide daha mecazi bir anlam yüklemek zorunda kaldılar.

Bu yazıda, hem İncil hem de Kuran’da yer alan ‘ilk insan’ anlatılarını, evrim kuramı ışığında değerlendireceğiz. Gelin yakından bakalım...

                                                                *   *   *

Güneş sistemini araştıran astrofizikçiler, bundan yaklaşık 4,5 milyar yıl önce, genç Güneş’in etrafında bir disk şeklinde dönen toz ve gaz bulutunda, madde parçalarının kütleçekim kuvvetinin etkisiyle bir araya gelişi sonucu, gezegenlerin oluştuğunu ifade ediyorlar. Tahminlerine göre, Dünya’mızın oluşum süreci, on milyonlarca yıl sürdü. Oysaki semavi dinlerin kutsal kitaplarında verilen bilgilere göre Tanrı, Dünya’yı tam altı günde yoktan var etmiştir... Din bilginleri, kutsal kitaplarda ‘gün’ sözcüğünün aslında çok farklı zaman bölümleri olarak yorumlanabileceğini ileri sürerek, tabir uygunsa, ‘günü’ kurtarmaya çalışmışlardır...

Gezegenimizin ortaya çıkışından oldukça kısa bir süre sonra, bundan yaklaşık 4,4 milyar yıl önce, okyanusların oluştuğu ve 4,3 milyar yıl kadar önce, Dünya üzerinde yaşamı desteklemeye uygun koşulların geliştiği düşünülmektedir. Bilinen en eski yaşam formları, yaklaşık 3,7 milyar yıllık kayalarda varlıklarının izini bırakan tek hücreli mikro organizmalardır. Hatta 2015 ve 2017 yıllarında yapılan bazı buluşlar, 4,1 ve 4,28 milyar yıl önce yaşamış bazı tek hücleri mikro organizmalara işaret etmekle, yaşamın daha önce başlamış olabileceği hipotezini güçlendirdi. Sonuç olarak ilk başta, bir ya da birkaç formdan oluşan yaşam, milyarlarca yıl süren bir evrim sürecinin etkisiyle, gitgide daha karmaşık bir hâl aldı: sırasıyla tek hücreliler, ökaryot hücreler, çok hücreliler, ilk bitkiler ve hayvanlar, dört bacaklılar ve amfibiler, sürüngenler ve memeliler oluştu.

Bizlerin evrimleşmesini gözümüzde canlandırmak istiyorsak, filmi ileriye doğru sarmamız gerekiyor. Böylece, bundan yaklaşık 55 milyon yıl önce, ilk primatlar ile karşılaşıyoruz, sonrasında ilk maymunlar ve daha sonra insansı maymunlar ile. İnsanlara gidecek soy hattı ile şempanzelere gidecek soy hattının bundan yaklaşık 6-7 milyon yıl önce birbirinden ayrıldığını görebiliyoruz bu filmde. İnsanlar soy hattını izlediğimizde, birbiri ardınca evrilerek birçok insan cinsinin ortaya çıktığına tanıklık ediyoruz. Bizlerin ait olduğu cinsin (Homo) ilk türü (habilis), günümüzden 2,4-1,4 milyon yıl arası yaşamış. En yeni verilere göre, bizim sapiens türümüz, günümüzden 300 bin sene kadar önce ortaya çıkmış. Bugün yer yüzünde Homo sapiens’ten başka herhangi bir insan türü bulunmamaktadır, tüm diğer insansı türlerin soyu tükenmiş.

İnsanın ortaya çıkışı, süreklilik arz eden, kesintisiz bir dönüşüm sürecidir: son derece yavaş, her biri on binlerce yıl süren ufacık değişimlerin birikmesiyle gerçekleşmiştir bu süreç. Hâl böyle olunca, Homo sapiens’in 300 bin yıllık evrim serüvenini bir kez daha bir film şeridi gibi gözümüzde canlandırdığımızda, bu akışın herhangi bir noktasında, bir ‘ilk insan’ın ortaya çıkışına tanıklık edebilmemiz, yani Âdem ve Havva ile karşılaşabilmemiz, olanaksıdır. Günümüz insanlarının genomlarındaki değişkenliği inceleyip, buradan atasal popülasyon büyüklüğünü tahmin eden popülasyon genetikçileri, atasal Homo sapiens‘in nüfus büyüklüğünün 700 ile 7000 birey arasında değiştiğini tahmin ediyorlar. Tek bir genetik çalışma bile tüm insanlığın atasının tek bir çift olduğu sonucuna varmamıştır. Bu nedenle genomik kanıtlarından yola çıkarak, ‘ilk insan’ın biyolojik imkânsızlığı gösterilmiş oluyor.

Oysaki semavi dinlerin kutsal kitaplarında yer alan bilgilere göre, insanoğlunun soyu, bir ilk erkek ve akabinde bir ilk kadının yaratılmasıyla başlamıştır (1). Kaldı ki din âlimleri, insana tam belli bir noktada bir ‘ruh’ üflendiğini öne sürerek, tekrardan günü kurtarmaya çalışmaktadırlar; böyle bir olayın gerçekleştiğine dair elimizde herhangi bir delil yok.

Biyoloji ve genetik bilimi, biz insanları diğer hayvanlardan ayıran bir uçurum olduğu düşüncesini hepten çürüttü. Yeryüzündeki bitki ve hayvan türü sayısı tam olarak belirlenebilmiş değilse de, tahminler, bu sayının 10 ile 100 milyon arası olabileceği yönünde (ayrıca mikrop türleri sayısının 1 trilyon dolayında olabileceği düşünülüyor). İnsan, bu türlerden sadece bir tanesi. Yaşamın muazzam çeşitliliği içerisinde, bunca tür varken, ‘evrenin yaratıcısı’nın sadece bizlere teveccüh gösterdiğine inanmak zor. Ayrıca genetik bilimi, biz insanların tüm diğer türler ile tam aynı materyaldan inşa edilmiş olduğunu gösterdi. Özellikle diğer primatlar ile benzerliğimiz şaşırtıcı: DNA’mızın yaklaşık %99’u şempanzelerle (ve bonobolarla) tamamen aynı; goriller ile DNA’mızın %98’i aynı, orangutanlarla %97’si. Dolayısıyla kökenleri açısından insanoğlunun herhangi bir ayrıcalığa sahip olmadığı; böcekler, kuşlar ya da diğer memeliler neyse, bizlerin de tam öyle olduğumuz ortaya çıkmaktadır (sadece, evrimleşmemiz sonucu, büyük bir beyne ve akıl denilen yetiye sahip olmuşuz).

Bilimin yaklaşık son 200 yıl içerisinde kaydettiği ilerlemeler—Âdem ile Havva öyküsü durumunda olduğu gibi—ilahiyatçıları, kutsal kitaplarda yazılanlardan gitgide geri adım atmaya, metinleri metaforik bir şekilde yorumlaya, meallerinde revizyonlar yapmaya zorladı. Dinî öğretiler, evrim kuramının ortaya çıkışından önce de benzer darbelere (örneğin Kopernik’in günmerkezliliği) maruz kalmıştı, ancak biyolojik evrimin canlıya ve bilhassa insana dair olması, depremin şiddetini katbekat artırdı.

_______________________

(1) İncil’de: “Sonra Rab Tanrı toprağın tozundan bir insan yarattı, burnuna yaşam soluğunu üfledi ve insan yaşayan bir varlık oldu” (Tekvin 2:7).

Kuran’da: “Andolsun biz insanı, (pişmiş) kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattık “(Hicr; 26). “Hani Rabbin meleklere demişti ki: ‘Ben kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan bir insan yaratacağım’ ” (Hicr; 28).

İncil’de Âdem ve Havva isimleri yer almıyor, ilk insanlardan bahsediliyor. Kuran’da Âdem ismi geçtiği hâlde, Havva ismi geçmiyor, Âdem’in eşinden bahsediliyor.